19 Eylül 2011 Pazartesi

“AN”DA KALMAK …..

Başlarken bir Kızılderili hikayesi paylaşmak istiyorum sizinle...
Kızılderililer ruh-beden-zihin dengeleme çalışmaları için ormanda uzun uzun yürüyüşler yapar sonra mola verir ve uzun uzun oturarak dinlenirlermiş. Yine böyle bir çalışma esnasında dinlenen bir Kızılderiliye sorarlar ;"neyi bekliyorsunuz"?  Kızılderili cevap verir : "Ruhlarımızı"... Ruhumuz bedenimizin hızına yetişemiyor, durup onları bekliyoruz uzunca bir süre....

İşte bizlerde günlük yaşamda koşturmaca içinde ruhumuzun bizi yakalamasını istiyoruz hiç durup beklemeksizin, kendimizi “an”da durdurup yukarıdan bakmaksızın… Ya geçmişe takılıyor ve edinilen olumsuz tecrübeleri, negatif anıları hatırlıyor ve bunlarla birlikte ilerlemeye çalışıyoruz ya da yarın, haftaya seneye, bir sonraki görüşmeye ne olacak diye düşünerek içinde bulunduğumuz “an”dan bağımsız karar almaya çalışıyoruz. Ve genelde geçmişin etkisiyle geçmişe çok benzeyen bir gelecek yaratıyoruz.  Ne zamanki içinde bulunduğumuz “an”a, şimdiye odaklanıyoruz yaşamın güzelliği burada başlıyor. Çünkü bütün "gücümüz" şimdide var. Geçmişi değiştirmemize imkân yok. Önceki tecrübeler, kendimize dersler çıkarabilmemiz, öğrenebilmemiz için var. Biz bu tecrübelerden kendimize bir öğrenme çıkaramadıysak aynı şeyleri birçok defa yaşıyoruz zaten. Yarın ise, kendimize anlamlı bir gelecek resmi oluşturmak için yani "yaşam amacımızı belirlemek" için var..  Bu gün, şimdi, bu AN ise, o amaca ulaşacağımız hedeflerimizi gerçekleştirmek için yapacağımız eylemler için geçerli olan tek zaman dilimi. ZAMAN, din, dil ırk, cinsiyet, maddiyat, maneviyat gözetmeksizin hepimize EŞİT verilmiş en değerli hazine.. Bu zamanı herkes dilediğince harcama özgürlüğüne sahip elbette…  Ancak geçmişe takılıp kalarak oluşturduğumuz alışkanlıklarımız, korkularımız, endişelerimiz, geleceğimizi de etkisi altına alıp, geçmişin aynısı bir gelecek yaratmamıza neden oluyor. Oysaki sadece ve sadece şu an’a odaklandığımızda işte hayatın tadı o zaman çıkmaya başlıyor.
Araba kullanma örneğini pek severim…  Gelin sizinle sevdiğiniz bir yere hayali bir yolculuğuna çıkalım araba ile… Arabayı sürekli dikiz aynalarına bakarak kullandığınızı düşünmeye çalışın.. Mümkün mü böyle bir şey? Ya da elinizdeki bir harita ile sürekli gideceğiniz yeri haritada bulmaya çalıştığınızı hayal edin. Ya bu mümkün mü?  “Dikiz aynasından hep geriye yada haritada hep ileriye bakarak fakat hiç yola bakmadan araba kullanmak” Bu nasıl bir yolculuk olur sizce? Yolculuk olabilir mi? Oysa önceki araba kullanma deneyimlerimizden, aynaları “gerektikçe” kontrol ediyorsunuzdur. Haritaya ise yola çıkmadan önce bakar, istikameti belirler ve yola çıkarsınız… Bundan sonra artık ara yollardan giderek köyleri ziyaret etmek, yol üzerindeki tarihi yerleri görmek, feribotla mı yoksa körfezi dolaşarak mı gideceğinize karar vermek, beğendiğiniz bir yerde durup yemek yemek ve istiyorsanız o mola da haritaya göz gezdirmek sizin elinizde… Hatta yeşillikler içinde durup da manzara “an”’larını karelemek de…. Hangisi aklınıza yattı, hangisi size kendinizi daha iyi hissettirdi?

Belki öğretilmişliklerimizden, belki sabırsızlığımızdan, belki de doğamız gereği, işte biz günlük koşturmaca içinde yolun sonuna "hemen" varmak için yolu kaçırıyoruz. Gideceğimiz yere nasıl olsa varacağız, önemli olan o yolculuğu nasıl geçirdiğimiz…  

Sevgiyle ve “an”da kalın…

22 Temmuz 2011 Cuma

YAŞASIN HEYECAN…

Dün bir kitapta bir cümle okudum; her şeyin hiçbir değişkenlik göstermediği, her günün birbirinin aynı olduğu, heyecanlanmak için hiçbir kaygı, üzüntü, endişe, korku,öfke ve sevincin olmadığı tek yer mezarlıktır… Bu cümle ile ne zamandır üzerinde durduğum, çalışmaya çalıştığım, anlamaya uğraştığım HEYECAN konusunu gündemime aldım.

Evet, son bir kaç yıldır heyecanlanmaktan ve bunun getirdiği fiziksel tepkilerden, bu tepkilerin bende yarattığı duygulardan ve o duygularla şekillenen davranışlardan pek de hoşnut sayılmazdım… Okuduklarımı, kendi üzerimde yaptığım çalışma ve gözlemleri birleştirerek edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum sizinle…

İlk iş kendime sordum; nelere heyecanlanıyorum ben? Gerçek bir “heyecanlı” mıyım yoksa bir “yaşam sever” miyim JBir süre kendimi izledim.. Alt alta sıraladım ve baktım ki, o kadar doğal, o kadar insani, o kadar medeni olaylar ki kalbimin atışını hızlandıran şeyler… Tüm bu olaylar karşısında hayatta olduğumu hatırladım ve yine heyecanlandım J  Hayatta olduğum için ve böyle tutkuyla yaşadığım için çok mutlu  olduğumu fark ettim. Şimdi bile bu düşünce ile bir gülümseme yayılıyor yüzüme..

Heyecanım bana yaşamın gizemi ve mucizesini hatırlatıyor.. Merakla bu gizemi çözmeye çalıştıkça biraz daha heyecanlanıyorum J Heyecanlanıp araştırdıkça-öğrendikçe her gün yeni bir mucize keşfediyorum.  Her mucizede bir kez daha heyecanlanıyorum, üstelik tamam artık ben bu duyguyu tattım bir daha heyecanlanmam dememe rağmen…
Öyleyse ben neden bu duygumu yok saymaya çalışıyorum yada azaltmaya?...
Bu bir yaşam enerjisi… Bu enerjimi, heyecanlandığım konuya yönelik harcayarak tüketmek daha yaratıcı olmaz mı? Bu noktada şunu yapmaya başladım: heyecan yaratan durumdan, olaydan, kişiden kaçmak, ötelemek, ertelemek yerine üzerinde gitmeye ve pozitif sonuçlar almaya yönelik adımlar atmaya çalışmaya… Mesela bu yazı bile heyecanım sonucunda ortaya çıktı, öyle değil mi  J

Tahmin edebileceğiniz gibi her heyecan yaratan olay her seferinde başarı, mutluluk, onaylanma  vs ile sonuçlanmıyor. Ama sonuçta mutlaka yeni bir öğrenme çıkıyor ortaya. Burada yapmaya çalıştığım şey vazgeçmemek ve devam etmek… İnanmaya devam etmek… Kendime inanmaya, inancıma inanmaya ve heyecanıma inanmaya…

Evet bazen gereğinden fazla heyecanlanıyorum… Kızarıyorum, bozarıyorum,terliyorum ya da belki sesim titriyo, bilmiyorum… bildiğim tek bir şey var, YAŞIYORUM… Ve ben elimden gelenin en iyisini yapıyorum..
“YAŞA”SIN HEYE”CAN” J

***İlgilenenler için güzel bir kitap önerisi var tavsiye edilenler arasında (heyecanla yüzleşmek) J***

Sevgiyle kalın....

8 Mayıs 2011 Pazar

BAŞARISIZLIĞI KUTLAMAK….

Yazmak istediğim konuyla uyumunu fark edince aşağıdaki alıntıyı paylaşmak istedim öncelikle…

****Amerika'da bir mucit profesöre, kendisini diğer insanlardan farklı kılan sebebi soruyorlar, başarısının sırrını söylemesini istiyorlar. Çok ilginç bir cevap veriyor : "Başarımın sırrı annemin 6 yaşımdayken bana takındığı bir tavırdır. 6 yaşımdayken buzdolabından süt alırken süt şişesini düşürüp kırdım. Annem olayı görünce beni dövmedi, kızmadı. Aaaa Henri sütten ne güzel bir göl oluşturmuşsun. Bu gölde benimle biraz oynamak ister misin?" Bir süre oynadıktan sonra annem: "Biliyor musun Henri, herkes kendi yaptığı şeyleri kendisi toplamalıdır. Şimdi bu süt gölünü temizlemek için benden sünger mi istersin, havlu mu ?" Elimden geldiğince dökülen sütü temizledikten sonra annem beni bahçeye çıkardı. Süt şişesinin, düşürmeden nasıl taşınacağını bana gösterdi. Bu olay benim diğer insanlardan farklı olmamı sağlamıştır" Evet mucit profesör başarısının sırrını bu şekilde ifade ediyor. Bu olay sadece ona mahsus bir özellik değildir. Onun annesi büyük bir eğitimcidir. Çocuğunun kendisine olan güven duygusunu yıkmadan bir şey öğretmiştir. Şunu kabul etmeliyiz ki, hata yapmaktan korkan bir insan hiçbir şey yapamaz.***

Gelelim benim aktarmak istediklerime…

Geçenler bir arkadaşımla kahve içiyoruz… Hafiften canı sıkkın… Bana biraz koçluk yapar mısın dedi.. Elbette dedim, gel yeşil çimenlerde yürüyelim biraz… Hem temiz hava, hem sohbet daha keyifli olur…
İçinin sıkılmasına sebep olan konuyu anlatmaya başladı… Haksızlığa uğradığını düşünüyordu. O anlattı ben sordum.. Sordukça “aslında içimi sıkan tam olarak bu değil galiba…” dedi ve olayı biraz daha derinleştirerek anlattı, ben sormaya devam ettim.. “Bu da değil galiba…” Anlattı, sordum, anlattı, anlattı…
5. kez "bu da değil galiba….” cevabından sonra farkına vardı ki haksızlığa uğradığını düşündüğü konuda aslında “yeterince ve istediği şekilde kendisi gibi olamamış” ve bunda dolayı kendine “kızıyor”… Nedeni ise "olamama” halinden dolayı kendini “başarısız” hissetmesi… Fark etti ki kendi olduğu gibi olabilse, yani o anda istediği şeyi söyleyebilse, bu kadar rahatsız hissetmeyecek. Biraz daha konuştuktan sonra gidip o kişi ile tekrar konuşmaya ve bu sefer kendini “kendi istediği şekilde” ifade etmeye karar verdi. Ertesi gün beni aradı, söylediğini yapmış, çok da güzel sonuç almış, içi de bir güzel rahatlamış J

Bundan ne öğrendin dediğimde “haksızlığa uğradığımı düşündüğüm bir olay aslında kendimi ifade edememekten ibaret basit bir konuşmaymış” dedi.

O gün yine görüştük ve bu “başarısızlığı kutlamak” için kahve ile birlikte bu kez kendimize nefis bir havuçlu kek ısmarladık J

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki hayatımızın her anı kutlanmaya değer… Ancak bu kutlama nedenlerine başarısızlık dediğimiz şeyleri de eklemek lazım bence.. Zira her başarısızlık bize yeni bir şey öğretiyor, hem de daha kalıcı oluyor. Başarısızlıkla sonuçlanan bir olayı bir daha yaşamamak için tüm gücünle direnmek yerine ödüllendirmek !! Harika bir fikir değil mi? Havuçlu kek için bundan daha güzel bir bahane olabilir mi J

Sevgiyle kalın…

24 Şubat 2011 Perşembe


HAYALLERİNİZ  “OLSUN” !!!

İlk  yazımda size hayallerimden ve hayatımın dümenine geçmekten bahsetmiştim… Hala okumadıysanız önce onu gözden geçirin derim Bunun üzerine hayallerimle ilgili çok özel ve güzel bir anımı paylaşacağım sizlerle bu hafta…

Koçluk yolculuğuma başladığımda yani 18 yıllık profesyonel hayatıma nokta koyduğumda sudan çıkmış balık gibi hissettiğimi inkar etmeyeceğim. Hemen toparlanmam ve hemen harekete geçmem gerekiyordu.Artık bu yolculuk ile ilgili istediğim adımları atabilir, bir an önce harekete geçebilirdim.Ancak öyle bir şey oldu ki bir güç beni durdurmaya başladı. Nerden geldi, nasıl oldu  anlamadım ama o güç çok baskındı.Duruyordum resmen..
O sırada sevgili Koç’umla (evet benimde bir koç’um var;-) tüm düşündüklerimi resmetmeyi konuştuk. Hıhı, olur yaparım dedim ama orada da durdum. Fakat bu sefer beni kimin durdurduğunu biliyordum ; benim hiç kabiliyetim yoktu ki resim yapmaya… Çizgisi kuvvetli biri denk gelirse ve kafamdaki şeyleri tam tarif edebilirsem çizdiririm diyerek resmetmeyi düşünmeyi bıraktım. Koç’uma söyleyeceğim bahanem hazırdı nasılolsa.. Bunu bir kenara bırakınca “nasıl olacak”tan çok  “şimdi ne olacak” diye panik duygusuna geri döndüm. Koçum sordu; seni ne durduruyor? Haklı bir sebep bulmamın gururuyla “ben resim çizemem ki, çok kabiliyetsizim” dedimJ Peki, bir yerlerden kesip yapıştıramaz mısın?? Bunu hiç düşünmemiştim. Bunun içinde 1 hafta daha oyalandım. O sıralar yeni bir dergi almamıştım eve. Bir sonraki görüşmede koçuma yine “haklı bir gururla” elimde kesilip biçilecek yeni bir dergim yok ki, son zamanlarda yeni bir şey almadım dedim. Evinde hiç mi gazete, dergi, mağazalardan gelen broşür yok !?!?!? Nedense ben sadece yeni alacaklarıma odaklanmıştım. Bahane arıyorum ya.. Birşeyi yapmayı yeterince istemiyorsam üretecek çoook bahanem var, emin olun.. İşte o gün bir şey yankılandı kafamda…. 
ELDEKİ kaynaklar !!!! ve bunlarla YAPILABİLECEKLER !!!!

Bense sadece şikayet ediyordum; “güzel  resim yapamam”, “elimde gazete yok”, “yeni dergi alacak vaktim olmadı”, “basılı resmim yok” yok yok yok… Ve emin olun isterseniz daha bin tane uydurabilirim bu bahanelerden ; spora gitmek istiyorum ama vaktim yok, rejim yapmak istiyorum ama diyetisyene gidecek halim yok, iş arıyorum ama tanıdık yok,yok yok yok… ne isterseniz… bahane çok…

O akşam eve gelir gelmez elimdeki tüm eski gazete dergi kitap broşür ne varsa döktüm ortalığa. Bu arada “hayallerimde” neler olduğunu düşünmeye başladım ki ona göre bir tablo yapabileyim yani olaya iyice “odaklanmaya” başladım. Ve o kadar çok fikir üretmeye başladım ki bir anda, bunların olması en erken 1 yılı alır diye düşünüp 1 yaşında da bir kutlama resmettim.. Bu bahsettiklerim sadece 3 ay önce...
Şimdi sizden aşağıdaki resimlere bakmanızı rica ediyorum.
Soldakiler hayallerimden, sağdakiler gerçek dünyamdan J J
1 yıl bekleyemedim, şampanyayı da patlattım J

Hayalleriniz “olsun” …..

“HAYALLERİNİZ OLSUN Kİ” , HAYALLER GERÇEK “OLSUN”….

Görüşmek üzere…..





11 Şubat 2011 Cuma

GÖZÜNÜZ “GÜZEL” GÖRSÜN J  

Şimdi böyle bir başlık görünce insan arka sayfa güzellerinden birkaç fotoğraf bekliyor değil mi J  Fotoğraf değil ama güzel şeyler paylaşacağım sizinle…

Geçenlerde ikiz annesi bir arkadaşımla anne-çocuk diyalogları üzerine hem konuşuyor hem de eğleniyorduk.. Söz o kadar güzel bir yere geldi ki, uzun zamandır kaleme almak istediğim yazıma ilham oldu. Arkadaşım  o gün kendi kendine;  bir gün boyunca çocuklarına “sakın onu elleME”, “bir daha buraya girMe”, “sakın yaklaşMA”, “bu resim KÖTÜ olmuş, yenisini yap ”,  “yine mi ellerini yıkaMAdın?”,  “koşMA terlersin”, “DUR”, “YAPMA”   gibi negatif kalıplar içeren şeyler söylememeye karar vermişşş… Sonuç?!?!... Tahmin edeceğiniz gibi vakit öğlene kadar geçmek bilmemiş. Tabu oyunlarındaki gibi, yanlışlarda çalan zillerden çalıyormuş kafasının içinde bir yerlerde her ME’li, MA’lı  kelimede…  Öğlen yemeğinde, ziller çalmaya devam ederken düşünmüş;  insan istedikten sonra düşünce kalıplarını, alışkanlıklarını, davranışlarını, söylemlerini değiştirebilir, neden olmasın?…  O günün öğleden sonrası,  çocuklar hiç eğlenmedikleri kadar eğlenmiş, daha evvel yaptıklarından çok daha güzel resimler yapmış, o enerji ile akşam kaç gündür surat yaptıkları babalarının boyunlarına atlamışlar…. Arkadaşım mucizeyi görünce, oyunu kimselere söylemeden akşamda devam ettirmiş. Eşiyle de aynı şekilde sohbetler etmiş... Sonuç mu? Çok mu merak ettiniz? Denemeye ne dersiniz J

Bu konuya aslında kendimden geldim…..Ben, beni  tetikleyen “duygularıma” kulak vermeye çalışıyorum. Bir olay karşısında kendime ne hissettiğimi soruyorum, daha iyi hissetmek için neler yapabileceğime bakıyorum.  Çünkü bu duygularım o olay hakkındaki düşüncelerime zemin hazırlıyor. Negatif yada pozitif, düşüncelerim bir şekilde hareketlerime yansıyor  ister istemez.  Eylemlerim tekrarlana tekrarlana bir bakmışım alışkanlığım haline gelmiş…. Bundan sonrası sizce kader midir yoksa benim seçimim midir?  Bence hiç bir şey tesadüf değildir. 

DUYGU’larımız düşüncelerimizi yaratır…. 
DÜŞÜNCE’lerimiz eylemlere dönüşür.  
EYLEM’ler bir süre sonra alışkanlığımız haline gelir ve 
ALIŞKANLIK’larımız bizim “KADER”imizi oluşturur.

Duygularınızı anlamaya çalışın…
Düşünce kalıplarınızı esnetin…    
Söylediklerinizin sorumluluğunu alın…
Alışkanlıklarınıza kendi istediğiniz gibi temeller atın..
Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz….                                       
Güzel bakın, güzel görün… 
Güzel bakın, GÖZÜNÜZ GÜZEL GÖRSÜN J

Görüşmek üzere,



16 Ocak 2011 Pazar

İŞTE BU  !!!
İSTE BUL  …..

Kendimi bildim bileli hep hayallerim var. Hayatımın en keyifli oyunlarından biri hayal kurmak… Gözlerimi kapatıp uykuya dalmadan önce, bir yerlerde birilerini beklerken, trafik sıkışıklığında arabanın içinde mahsur kalmışken, vapurla adaya giderken, belgrad ormanında yürürken hep hayal kurdum ve hep gülümsedim…Yıllar sonra bunun aslında ne özel bir yetenek olduğunu keşfetmenin mutluluğu içindeyim…. Çünkü hayallerim aslında hayatımda var olmasını istediğim şeylerdi.. Ve fark ettim ki bunları hayata geçirmek çok kolaymış….

Size biraz yazımın başlığından bahsetmek istiyorum… Geçtiğimiz yıl çok istediğim, hep hayalini kurduğum bir şeyi yapmaya ve özel bir yaşam koçu ile çalışmaya başladım… Kısa zaman da bazı şeyleri ne kadar farklı düşündüğümü gördüm.
Önceleri olmasını istediğim her şeyin önünde engel vardı sanki.. Ve tabii ki bu engelleri koyanlar hep başkaları idi. Ben elimden gelen her şeyi yaptığımı zannederek en kolayını yapıyor ve engelleri koyanların kaldırmasını bekliyordum.. Aslında o engelleri koyan benden başkası olmadığı gibi kaldıracak olanda benden başkası değildi… Bakış açımı değiştirdikçe olanlar ve olaylarda değişmeye başladı. Bu gücü yani kendi hayatımın dümenine geçme gücünü eline almak çok güzel bir duygu..

Evet artık dümenin başındayım. Öncelikle çok uzun yıllar çalıştığım, çok özel ve önemli tecrübeler edindiğim finans sektöründeki kariyerime nokta koydum. Kendimi daha iyi,daha becerikli, daha mutlu, daha faydalı hissettiğim işi yapmaya başladım… Şu anda yaşam koçluğu yapıyorum. Hayallerim mi? Onlar hep devam ediyor, her gün bir yenisi kuruluyor.. Bu işe adımımı atarken bir kitap yazma hayali kurdum, adını İşte Bu !!! koyacaktım.. Henüz kitabımı yazmadım ama ilk yazımın başlığına İşte Bu !!! demeye karar verdim… İste bul ise şimdi yaptığım işi tanımlıyor aslında… İstersek, kendi doğrularımızı, kendi mutluluklarımızı, kendi işimizi, kendi sevgilerimizi bulmamız ve hayatımızı, bir kez daha dünyaya gelsem yine aynı hayatı yaşamak isterdim diyecek kadar güzelleştirmek kendi ellerimizde….
Yeter ki isteyin.. Yeter ki kendinize inanın… İŞTE BU J İSTE BUL ... 

Görüşmek üzere,