5 Ağustos 2014 Salı

İLETİŞİM

Yaşanan en büyük iletişim problemleri nerden kaynaklanıyor bilmek istermisiniz ?
Karşımızdakini anlamak için değil, vereceğimiz cevabı hazırlamak için dinlemekten  !!!

Sevgiyle kalın...

8 Mayıs 2013 Çarşamba

PROFESYONEL KOÇLUK HİZMETİ NE İŞE YARAR?


“Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyen insan yeni okyanuslar keşfedemez. Andre Gide” 
Bazı anlar vardır istediğini elde ettiğin, başarıya ulaşmış ve sonucun keyfini sürdüğün…  Yüzün gülüyor ve için rahattır. 
Bazı anlar da vardır ki; yaptıklarınla sonuca varamıyor, istediğin yere bir türlü ulaşamıyorsundur. Şartlar gerçekleşmiş olsa hayaline ulaşmak mümkündür ama işte o imkânlar bir türlü oluşmuyordur.
Yakın arkadaşlarına danışırsın, kendi kafalarına göre tavsiyeler verirler.
Ailene ya da yakın çevrene danışırsın, “bu böyle, şu böyle olmalı” derler.
Genel de senden başka herkesin bir fikri, bir çözümü vardır. Bir söylenenlere, bir de kendine bakar, içinde yine başladığın noktaya dönersin. Üstelik diğerlerince kolay görünen çözümlerin sana uygun gelmemesinden, hayalindekileri hayata geçirememekten dolayı kafan daha da karışmış hissedersin.
Hepimizin hayatında emin olamadığı, aklının karıştığı, işin içinden çıkamadığı durumlar vardır. Konu kimi zaman iş kimi zaman ilişkimizdir ya da gelecekle ilgili önemli bir karar alma noktasındayızdır.
İşte bu noktada profesyonel bir koç ile çalışmak sana sayısız fayda sağlayabilir.
Profesyonel Koç, her şeyden önce konunla değil seninle çalışır. Böylece sen, sadece o konuyu çözerken aslında başka birçok konuya ilişkin potansiyelini de keşfeder ardından emin adımlarla ilerleyen gelişim yolculuğunu başlatmış olursun.
Profesyonel Koç, arkadaşlarından farklı olarak sana ne yapman gerektiğini ya da nasıl yapman gerektiğini söylemez. Çünkü tüm bunları nasıl yapman gerektiğine ve hangi adımları atacağına dair bilginin sende olduğunu bilir. Koç senin sorularının yanıtlarını bilmez ancak bu yanıtları bulmanı sağlayacak doğru soruları sorar.
Çözüm odaklı çalışır. Düşüncelerine ayna tutarak gerçekten ne istediğini keşfetmeni kolaylaştırır. Sen eksik alanlarına odaklanmak yerine kendi güçlü yönlerini keşfeder ve neler yapabileceğini fark edersin. Profesyonel Koç, yolculuğunda atacağın adımlar için seni yüreklendirir ve eyleme geçmeni hızlandırır. Böylece hayallerine adım adım yaklaşır ve geleceğinin direksiyonunu kendi eline alırsın.
Sözümü,  bir koçluk  sorusuyla tamamlamak istiyorum; tam olarak ne istiyorsun ve bu istediğine ulaşmak için neler yapmaya hazırsın?
Sevgiyle Kalın....











13 Aralık 2012 Perşembe


( Ç ) A L I Ş K A N L I K

Bu gün size biraz tembellikten, biraz üşengeçlikten, biraz ağırdan almaktan, biraz ötelemekten, biraz isteksizlikten kısacası “hareketsizlikten” bahsedeceğim.

Size de olur mu bazen; elinizde bir iş vardır bir türlü başlamak istemezsiniz. Çok okumak istediğiniz bir kitap vardır başucunuzda 3 ay bekler durur… Gitmek istediğiniz bir yer vardır seyahat hep sonraki bahara ertelenir… Aramak istediğiniz insan vardır eliniz telefona gitmez bir türlü….  Spora yeni yazılmışsınızdır ama sabah uykulu halinizle yarın giderim der ötelersiniz…
Bunun sebeplerini düşündünüz mü hiç?
O işi “gerçekten” yapmaya olan isteklilik.. Yapmak istediğimiz şeyin bize ne kadar cazip geldiği…
Konu hakkındaki bilgimize olan güvenimiz… Daha çok bilgi edinme ihtiyacının getirdiği yavaşlık…
“En” uygun arayışının getirdiği ağırdan alma hali…
Başladığımızda karşımıza çıkacaklara hazırlıklı olmamak.. Tam ve hazırlıklı olmayı beklemek…
Yapacak “çok” iş var diyip nereden başlayacağımızı bilememek…
Neler yapacağımızı düşüne düşüne yorgun düşüp,  halsizlikten hareket edememek…
Aklımızdakini yapmamanın getirdiği moralsizlikle daha da isteksiz olup başka işlerinde önünde engel olmak…
Bilmemenin getirdiği duraksama… durmanın getirdiği moral bozukluğu…moral bozukluğunun tembelliği tetikleyici gücü…
Bu arka arkaya gelen moral bozucu durumların genel bir isteksizlik ve hiçbir şey yapmama haline yol açması…
Hayatın durgun bir göl gibi sakin, rutin ve heyecansız olması…
Daha önce denenmiş ve başarısız olunmuş bir işi tekrar yapmanın getirdiği motivasyonsuzluk…
Maddi imkanların yetersiz olduğu düşüncesi…
Harekete geçmeyi gerektiren konunun değerlerle çatışması…
Mükemmeliyetçi olup her şey en mükemmel haline gelmeden önce adım atmama alışkanlığı…
Bir hedefin olmamasının getirdiği yayılma hali…
Ben nasıl olsa her işin altından kalkarım düşüncesinin getirdiği rehavet…
Önceki başarının vermiş olduğu zafer sarhoşluğu duraklama...

Bunlar benim aklıma gelenler….

İyi ama herkes ne yapması gerektiğini, nasıl yapması gerektiğini biliyor öyle değil mi? Keşke bilmek yapmaya yetseydi. O zaman sigaranın sağlığa zararlı olduğunu düşünen herkes bırakırdı…
Bu nokta da kişinin kendine bir aynada bakar gibi objektif olarak bakmasından bahsetmek istiyorum… Dürüst olun; Sizi durduran ne? İç engelleriniz mi? Sizin dışınızda olanlar mı? Peki ne olsa harekete geçersiniz?

Güçlü hayalleri olan ama zayıf iradesi olan insan sadece düşünür, planlar, sonra uyur. Bu nedenle hayalini ancak rüyasında görür.. Eyleme geçmekte zorlanır, geçse de ilk zorlukta geri çekilir. Böyle bir durumda enerjiden ve başarıdan ne kadar söz edilebilir ki?

Genelde başarısızlık nedenleri hep kendi dışımızda olanlarla açıklanır. Başarısızlığın dış sebeplerini çok iyi açıklamak bizi sadece haklı yapabilir ama başarılı değil. Bütün “bunlara rağmen nasıl başarırım”a odaklanmaya ne dersiniz?
Harekete geçmek için motivasyonun, motivasyon için istekliliğin, isteklilik için yürekten gelmesinin önemli olduğuna inananlardanım… Başarı gibi motivasyon da içten gelir. Eğer hep bir dış güce ihtiyaç duyuyorsak tıpkı başarı tanımımız gibi motive olamama, eyleme geçememe halimizde başkalarının elinde demektir. Neden hayatımızın ipleri başkalarının elinde olsun ki? O halde ne duruyorsunuz? Kaldırın başınızı ve aynaya bakın…Harekete geçin J

( C )ESARET ?

( Ç )ALIŞKANLIK? 

Karar sizin J

Sevgiyle kalın…

6 Mart 2012 Salı

KİM TUTAR SİZİ…

İsteklerimiz, hayallerimiz, yaptıklarımız, bizi durduranlar, engeller, yapamadıklarımız… Bir yerden başlama zamanı gelmedi mi?

Yılbaşı gelir ; elimize kağıt kalemi alır yeni yılda yapılacaklar listesi hazırlarız.
Bir film seyreder, içindeki sahnelerden etkilenir; dans derslerine başlamaya karar veririz. 
Tavsiye üzerine almış olduğumuz kitabı bir solukta okur; bundan sonra bu kitaptan öğrendiğimi her gün uygulayacağım deriz.
Çok beğenip de içine giremediğimiz bir kıyafet için ertesi gün diyete başlamaya karar veririz.
Dinlediğimiz bir hayat hikayesinden çok etkilenip; önümüzdeki sene biz de hayallerimizin işini yapmaya karar veririz. 
Bir düğünde gördüklerimizden etkilenir; bir daha ki sevgililer gününe yalnız girmemeye karar veririz.
Nefis bir parça dinler, bir kenara bıraktığımız gitarımızı yarından itibaren elimizden bırakmamaya söz veririz.
Bir eğitim alır, gördüklerimizi uygulamak üzere eve giderken kendimize kocaman bir yeni defter alırız.
İşler durgunlaştığı zaman rakiplerin yaptıklarından feyiz alır; her gün en az 10 kişiyi arama listemize ekleriz.
Liseden bir arkadaşımızla karşılaşır; olduğundan 10 yaş genç görünmesinin sırrını pilatese borçlu olduğunu öğrenince o hafta spora yazılmaya karar veririz.
Yolda kulak misafiri olduğumuz bir çiftin konuşmasından esinlenir, bununla ilgili bir makale yazmaya karar veririz...


Hemen hemen her gün kendi kendimize bir çok kararlar alıyoruz, sözler veriyoruz. Sonra ne mi oluyor? Ben size sayayım;

Daha bu yılın bitmesine çok var elbet bir ara yaparım…
Bu yaşta dansa başlamak komik olmaz mı…
Kitapta yazması kolay sıkıysa gel de normal hayatta uygula…
Hangi diyeti sonuna kadar uygulayabildim ki bu sefer başarılı olayım, boşuna para vermeye değmez, kıyafetin bir beden büyüğünü alırım…
Geçen sene sevgilim vardı da ne oldu; hatırlayıp doğum günümübile  kutlamadı…
Bu aldığım 3. defter, her eğitimde böyle gaza geliyorum sonra sıkılıyorum…
Aramaya başladığım insanlardan ilk ikisi de randevu vermedi, sanıyorum ben bu işi başaramıcam…
Yıllardır spora gidiyorum, hep yarıda bıraktım, hiç bir faydasını görmedim boşa para ödüyorum, zaten bu aralar hiç zamanım yok bir salona gitmeye....
Makale yazıcam yazmasına da, önce şu etrafı bir toparlıyım, çocuklar uyusun, bir de elimdeki kitap bitsin, yarın da erken kalkıcam, neyse artık yarın yazarım,

Bahaneler, bahaneler,bahaneler......

Bazı kararlarımızı hemen uygulamaya koyuyor,bazılarını bir kaç gün öteliyor, bir kısmını ise hiç yapmıyoruz.  Dilimizde hep şu var :  ...... bunu yapmayı çok istiyorum. Ama...........

Gelin biraz "ama"larımıza bakalım. Bu "ama"ları koyan, bu şartları sağlayan ne? Evet bazen bizim, kendimiz dışında bazı engeller çıkıyor önümüze; dış engeller... Biz hedefimizden, yapmak istediğimiz şeyden çok o engele takılıyoruz hem de öyle bir takılıyoruz ki yanında dolanmak, üstünden geçmek, birinden yardım isteyerek 2 kişi aşmak yerine, engeli büyüttükçe büyütüyoruz. Çok sevdiğim biz söz var; insanlar genelde ayakları taşa takılıp düşerler, bir dağa takılıp düşen gördünüz mü siz hiç?

Peki ya içimizdeki engellere ne demeli?  Şimdi zamanım yok, zaten daha önce denedim başaramadım, geçen seferde yürütememiştim, bu işe kabiliyetim yok, iradem zayıf, her türlü aksilik beni bulur zaten, işlerimi bir türlü bitirip de buna başlayamıyorum. (Aklınıza kendi bahaneleriniz geliyor mu?)

Martin Seligman'ın bir araştırmasına göre, insanlar çaresiz kaldıklarını düşündükleri zaman kötümser düşünce başlıyor. Kötümser düşünce çaresizliği körüklüyor ve ikisi bir arada durgunluk, hareketsizlik, isteksizlik, umutsuzluk, depresyon gibi durumlara neden oluyor. Oysaki istemli kaslarınız çalıştığı sürece çaresizlik durumunu lehimize çevirmek her zaman bizim elimizde, çaresiz değiliz kısacası... Ancak bir kaç başarısız geçmiş deneyim, kendi istediğimiz gibi sonuçlanmayan bazı olaylar bize hemen çaresizliği hatırlatıp elimizi kolumuzu bağlıyor.(Bknz: Kitap tavsiyeleri – M. Seligman / Öğrenilmiş iyimserlik)

Peki neler yapılabilir? Bu kadar çok şey yapmak isterken bir öncelikler listesi yapmak kendimizi daha hissettirebilir.Listeyi yapıp, size göre önemlilik sırasına dizmek ve belki bir de yanlarına aciliyet derecesi koymak… Diyelim ki öncelik sıralaması yaptınız ancak hala bir hareket yok.. İşte o zaman kendinize koçluk soruları sorun. Ve cevap verirken çok samimi olun…. Bakalım kıpırdanma başlayacak mı?

Bunu yapmak benim için neden önemli? 
Bunu gerçekten yapmak istiyor muyum?
Bunu yapmayı ne kadar istiyorum?
Gerçekten istediğim ne?
Hepsini bir sıraya koysam bu kaçıncı sırada yer alırdı?
Beni durduran ne?
Bu engeli detaylı tanımlamak istesem neler söylerdim?
Beni durduran bu şey olmasaydı ne olurdu? Ne farklı olurdu?
Beni durduran şeyin bir an için ortadan kalktığını varsayalım, hemen harekete geçiyor muyum?
Hala duruyorsam bu sefer hangi engel takıldı aklıma?
Bununda engel olmaktan çıktığını varsaysam, ne farklı olur?
Bu engeli ortadan kaldırmanın yolları olsaydı, bu ne olurdu?
Seçeneklerim neler?
Ben bu isteğimi gerçekleştirdiğimde ne olacak?
Bu kararımı uygulamak içimde neye hizmet ediyor?
Bu kararı uygulamanın bende ki anlamı nedir?
Bu benim için neden önemli?
Bu isteğimi gerçekleştirdiğimde ben kim olacağım?

İlk etapta aklınıza gelen bütün cevapları sıralayın, cevapların alt cevapları olduğunu farkedeceksiniz, belki bir alt cevapları daha... En alt cevaba yani sizi asıl durduran noktaya ulaştığınızda olayı çözdünüz demektir. Artık o dağ küçülmüş küçülmüş bir taş boyuna gelmiş demektir J   Yapacağınız şey taşı alıp kenara koymak J Kendimden bir örnekle konuyu bağlamak istiyorum :

Bu blogu ilk açtığımda ve ilk yazımı yazıp yorumları aldığımda çok mutlu idim. Epeydir hayalini kurduğum bir şeyi yapmaya başlamıştım. İlk günlerde aldığım kararlardan biri, buraya ayda 2 kez yazı yazmak idi. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Geriye dönüp  baktım ki ayda bir ortalamasının bile altındayım. Yazmak istediğim konular kafamda çok net. Hatta bir yazıyı yazarken diğerinin konusu da oluşuyor bir tarafta… Peki ama konu bu kadar netken neden birkaç paragraf yazmak bu kadar zaman alıyor? Zaman alıyor çünkü (kafamdaki konu belli olmasına rağmen) yazı herkese hitap etsin istiyorum. Peki herkese hitap eden bir yazı olduğunda ne olacak? Herkesin hoşuna gidecek bir yazı olmuş olacak. Peki ama sen tüm yazarların kitaplarını, tüm köşe yazarlarının makalelerini aynı derecede mi beğeniyorsun? Üstelik sen beğensen de beğenmesen de onlar her gün yazmaya devam ediyor. Ayrıca okuyan herkesin beğeneceğini nerden bilebilirsin ki, garantisi var mı bunun? Diyelim ki garantisi var ve yazdığın yazı hem herkese hitap edecek hem de hoşa gidecek, o zaman ne farklı olacak? Bir sonraki için daha motive olacağım. Anlatmak istediklerimi anlatmış ve sonraki konu için hazırlanmaya başlamış olacağım. Peki herkes beğenmediğinde bunun benim için anlamı ne? Bir yazı yazıyorsan mükemmel olmalı, konusu, imlası, içeriği…. İyi ama neye göre kime göre mükemmel? Sahi mükemmellik nedir? Mükemmel yazı nedir? Mükemmel yazı yazan nasıl birisidir? …..

İşte size samimi itiraf; mükemmeliyetçiliğimin beni  durdurduğunu fark edince kafamdaki konuyu değiştirdim ve hemen bilgisayar başına oturdum. Bunun artık dağ gibi bir engel olmadığını düşünerek size bu yazıyı hazırladım.Taşı aldım, kenara koydum ve başladım yazmaya. İlk defa bir yazımı kontrol etmeden ( tamam tamam sadece bir kez kontrol ettim), imla hatalarına bakmadan ve bir kişinin dahi fikrini almadan yayınlayacağım. Bakalım neler olacak?;)

Sevgiyle kalın…

17 Ocak 2012 Salı

MUTLUYUM, MUTLUSUN, MUTLU J

Geçen gün bir arkadaşımla bir konu çalışacağız, karşılıklı oturduk..
İlk olarak sordu ; bana mutlu olduğun bir an’ı anlatırmısın?
Hemen, çok yakın bir geçmişte yaşadığım bir mutluluğu anlattım. Bir kişinin bana söyledikleri ile çok mutlu olmuştum J   Bir kez daha sorsam ve bu sefer “başkalarına bağlı olmadan” mutlu olduğun bir anı anlatmanı istesem??? dedi arkadaşım…

Şaşırdım, düşündüm ve ilk sorudaki gibi çabuk cevaplayamadım.. Sonra biraz daha düşündüm ve yakaladım o anı J Anlattım. Çalışmamızı yaptık.  Yaptık yapmasına da soru benim aklıma takıldı kaldı, “bir başkasına bağlı olmadan” mutlu olduğun bir an… Ve ben ilk seferindeki gibi hızlı cevaplayamadım…  Sahi hep bir şeylere, birilerine mi bağlı mutluluk? Ya da biz mi öyle zannediyoruz. Nasıl bir anlam yüklemişiz mutluluğa.. Oturup yazmaya karar verdim.

Yıllar önce okuduğum ve etkilendiğim bir yazı geldi aklıma. Hastanede kalan ve oldukça zor bir hastalığı olan adamın hikâyesi ile ilgiliydi. Adam çok hasta olmasına rağmen her gün yüzünde güller açıyor, etrafına neşe saçıyor ve pozitif enerjisi ile tüm hasta ve hastabakıcıları etkiliyor. Bir gün bir hemşire dayanamıyor ve soruyor; bu kadar ciddi bir rahatsızlığınız varken siz nasıl bu kadar enerjik, neşeli, mutlu olmayı başarıyorsunuz? Adam “basit” diye cevaplıyor. Her gün uyandığımda kendime soruyorum, bu gün mutlu olmayı mı seçiyorsun yoksa üzgün, kederli, mutsuz olmayı mı? Ben genelde mutlu olmayı seçiyorum J

Aslında işte bu kadar basit mutluluk. Mutluluk bir seçim. Siz onu bir kere seçtikten sonra başkalarının yönetimine bırakmıyorsunuz, ne mutlu size J  

Biraz daha düşününce kendi yaptıklarımı hatırladım. Paylaşmak istedim sizinle… 
Bu hikayeyi okuduktan sonra bir fikir gelmişti aklıma..    Kendime küçücük avuç içi kadar bir defter aldım 11.11.2010’da... Adını MUTLULUK DEFTERİ koymuştum. Kural şuydu; her gün uyandığımda ya da uyumadan önce o gün beni mutlu eden en az 3 şeyi yazacaktım deftere…

1 yıldan fazladır kendime söz verdiğim gibi her gün yazıyorum. Ve her gün 3’ten çok daha fazla şeye mutlu olduğumun farkına varıyorum. Ve yine mutlu oluyorum..  Zaman zaman geriye dönüp okuyorum defterimi, yine mutlu oluyorum…  Mutluluğu bir şeylere, birilerine, olaylara endekslemek ufuk çizgisini yakalamaya çalışmak gibi… Siz yaklaştıkça o sizden uzaklaşıyor.  Halbuki taa içinize yerleştirdiğinizde o duyguyu, hep sizinle kalıyor, hiçbir yere gitmiyor ve içerden dışarıya yayılıyor J

Şimdi deftere yazma şartlarına bir kural daha koydum ; başkalarına bağlı olmadan mutluluk duyduğun en az 3 şey yaz !!!

Böyle bir egzersize ne dersiniz?  Denemek için sadece küçük bir deftercik almanız ve başucunuza koymanız yeterli…

Mutlulukla kalın J

19 Eylül 2011 Pazartesi

“AN”DA KALMAK …..

Başlarken bir Kızılderili hikayesi paylaşmak istiyorum sizinle...
Kızılderililer ruh-beden-zihin dengeleme çalışmaları için ormanda uzun uzun yürüyüşler yapar sonra mola verir ve uzun uzun oturarak dinlenirlermiş. Yine böyle bir çalışma esnasında dinlenen bir Kızılderiliye sorarlar ;"neyi bekliyorsunuz"?  Kızılderili cevap verir : "Ruhlarımızı"... Ruhumuz bedenimizin hızına yetişemiyor, durup onları bekliyoruz uzunca bir süre....

İşte bizlerde günlük yaşamda koşturmaca içinde ruhumuzun bizi yakalamasını istiyoruz hiç durup beklemeksizin, kendimizi “an”da durdurup yukarıdan bakmaksızın… Ya geçmişe takılıyor ve edinilen olumsuz tecrübeleri, negatif anıları hatırlıyor ve bunlarla birlikte ilerlemeye çalışıyoruz ya da yarın, haftaya seneye, bir sonraki görüşmeye ne olacak diye düşünerek içinde bulunduğumuz “an”dan bağımsız karar almaya çalışıyoruz. Ve genelde geçmişin etkisiyle geçmişe çok benzeyen bir gelecek yaratıyoruz.  Ne zamanki içinde bulunduğumuz “an”a, şimdiye odaklanıyoruz yaşamın güzelliği burada başlıyor. Çünkü bütün "gücümüz" şimdide var. Geçmişi değiştirmemize imkân yok. Önceki tecrübeler, kendimize dersler çıkarabilmemiz, öğrenebilmemiz için var. Biz bu tecrübelerden kendimize bir öğrenme çıkaramadıysak aynı şeyleri birçok defa yaşıyoruz zaten. Yarın ise, kendimize anlamlı bir gelecek resmi oluşturmak için yani "yaşam amacımızı belirlemek" için var..  Bu gün, şimdi, bu AN ise, o amaca ulaşacağımız hedeflerimizi gerçekleştirmek için yapacağımız eylemler için geçerli olan tek zaman dilimi. ZAMAN, din, dil ırk, cinsiyet, maddiyat, maneviyat gözetmeksizin hepimize EŞİT verilmiş en değerli hazine.. Bu zamanı herkes dilediğince harcama özgürlüğüne sahip elbette…  Ancak geçmişe takılıp kalarak oluşturduğumuz alışkanlıklarımız, korkularımız, endişelerimiz, geleceğimizi de etkisi altına alıp, geçmişin aynısı bir gelecek yaratmamıza neden oluyor. Oysaki sadece ve sadece şu an’a odaklandığımızda işte hayatın tadı o zaman çıkmaya başlıyor.
Araba kullanma örneğini pek severim…  Gelin sizinle sevdiğiniz bir yere hayali bir yolculuğuna çıkalım araba ile… Arabayı sürekli dikiz aynalarına bakarak kullandığınızı düşünmeye çalışın.. Mümkün mü böyle bir şey? Ya da elinizdeki bir harita ile sürekli gideceğiniz yeri haritada bulmaya çalıştığınızı hayal edin. Ya bu mümkün mü?  “Dikiz aynasından hep geriye yada haritada hep ileriye bakarak fakat hiç yola bakmadan araba kullanmak” Bu nasıl bir yolculuk olur sizce? Yolculuk olabilir mi? Oysa önceki araba kullanma deneyimlerimizden, aynaları “gerektikçe” kontrol ediyorsunuzdur. Haritaya ise yola çıkmadan önce bakar, istikameti belirler ve yola çıkarsınız… Bundan sonra artık ara yollardan giderek köyleri ziyaret etmek, yol üzerindeki tarihi yerleri görmek, feribotla mı yoksa körfezi dolaşarak mı gideceğinize karar vermek, beğendiğiniz bir yerde durup yemek yemek ve istiyorsanız o mola da haritaya göz gezdirmek sizin elinizde… Hatta yeşillikler içinde durup da manzara “an”’larını karelemek de…. Hangisi aklınıza yattı, hangisi size kendinizi daha iyi hissettirdi?

Belki öğretilmişliklerimizden, belki sabırsızlığımızdan, belki de doğamız gereği, işte biz günlük koşturmaca içinde yolun sonuna "hemen" varmak için yolu kaçırıyoruz. Gideceğimiz yere nasıl olsa varacağız, önemli olan o yolculuğu nasıl geçirdiğimiz…  

Sevgiyle ve “an”da kalın…

22 Temmuz 2011 Cuma

YAŞASIN HEYECAN…

Dün bir kitapta bir cümle okudum; her şeyin hiçbir değişkenlik göstermediği, her günün birbirinin aynı olduğu, heyecanlanmak için hiçbir kaygı, üzüntü, endişe, korku,öfke ve sevincin olmadığı tek yer mezarlıktır… Bu cümle ile ne zamandır üzerinde durduğum, çalışmaya çalıştığım, anlamaya uğraştığım HEYECAN konusunu gündemime aldım.

Evet, son bir kaç yıldır heyecanlanmaktan ve bunun getirdiği fiziksel tepkilerden, bu tepkilerin bende yarattığı duygulardan ve o duygularla şekillenen davranışlardan pek de hoşnut sayılmazdım… Okuduklarımı, kendi üzerimde yaptığım çalışma ve gözlemleri birleştirerek edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum sizinle…

İlk iş kendime sordum; nelere heyecanlanıyorum ben? Gerçek bir “heyecanlı” mıyım yoksa bir “yaşam sever” miyim JBir süre kendimi izledim.. Alt alta sıraladım ve baktım ki, o kadar doğal, o kadar insani, o kadar medeni olaylar ki kalbimin atışını hızlandıran şeyler… Tüm bu olaylar karşısında hayatta olduğumu hatırladım ve yine heyecanlandım J  Hayatta olduğum için ve böyle tutkuyla yaşadığım için çok mutlu  olduğumu fark ettim. Şimdi bile bu düşünce ile bir gülümseme yayılıyor yüzüme..

Heyecanım bana yaşamın gizemi ve mucizesini hatırlatıyor.. Merakla bu gizemi çözmeye çalıştıkça biraz daha heyecanlanıyorum J Heyecanlanıp araştırdıkça-öğrendikçe her gün yeni bir mucize keşfediyorum.  Her mucizede bir kez daha heyecanlanıyorum, üstelik tamam artık ben bu duyguyu tattım bir daha heyecanlanmam dememe rağmen…
Öyleyse ben neden bu duygumu yok saymaya çalışıyorum yada azaltmaya?...
Bu bir yaşam enerjisi… Bu enerjimi, heyecanlandığım konuya yönelik harcayarak tüketmek daha yaratıcı olmaz mı? Bu noktada şunu yapmaya başladım: heyecan yaratan durumdan, olaydan, kişiden kaçmak, ötelemek, ertelemek yerine üzerinde gitmeye ve pozitif sonuçlar almaya yönelik adımlar atmaya çalışmaya… Mesela bu yazı bile heyecanım sonucunda ortaya çıktı, öyle değil mi  J

Tahmin edebileceğiniz gibi her heyecan yaratan olay her seferinde başarı, mutluluk, onaylanma  vs ile sonuçlanmıyor. Ama sonuçta mutlaka yeni bir öğrenme çıkıyor ortaya. Burada yapmaya çalıştığım şey vazgeçmemek ve devam etmek… İnanmaya devam etmek… Kendime inanmaya, inancıma inanmaya ve heyecanıma inanmaya…

Evet bazen gereğinden fazla heyecanlanıyorum… Kızarıyorum, bozarıyorum,terliyorum ya da belki sesim titriyo, bilmiyorum… bildiğim tek bir şey var, YAŞIYORUM… Ve ben elimden gelenin en iyisini yapıyorum..
“YAŞA”SIN HEYE”CAN” J

***İlgilenenler için güzel bir kitap önerisi var tavsiye edilenler arasında (heyecanla yüzleşmek) J***

Sevgiyle kalın....