13 Aralık 2012 Perşembe


( Ç ) A L I Ş K A N L I K

Bu gün size biraz tembellikten, biraz üşengeçlikten, biraz ağırdan almaktan, biraz ötelemekten, biraz isteksizlikten kısacası “hareketsizlikten” bahsedeceğim.

Size de olur mu bazen; elinizde bir iş vardır bir türlü başlamak istemezsiniz. Çok okumak istediğiniz bir kitap vardır başucunuzda 3 ay bekler durur… Gitmek istediğiniz bir yer vardır seyahat hep sonraki bahara ertelenir… Aramak istediğiniz insan vardır eliniz telefona gitmez bir türlü….  Spora yeni yazılmışsınızdır ama sabah uykulu halinizle yarın giderim der ötelersiniz…
Bunun sebeplerini düşündünüz mü hiç?
O işi “gerçekten” yapmaya olan isteklilik.. Yapmak istediğimiz şeyin bize ne kadar cazip geldiği…
Konu hakkındaki bilgimize olan güvenimiz… Daha çok bilgi edinme ihtiyacının getirdiği yavaşlık…
“En” uygun arayışının getirdiği ağırdan alma hali…
Başladığımızda karşımıza çıkacaklara hazırlıklı olmamak.. Tam ve hazırlıklı olmayı beklemek…
Yapacak “çok” iş var diyip nereden başlayacağımızı bilememek…
Neler yapacağımızı düşüne düşüne yorgun düşüp,  halsizlikten hareket edememek…
Aklımızdakini yapmamanın getirdiği moralsizlikle daha da isteksiz olup başka işlerinde önünde engel olmak…
Bilmemenin getirdiği duraksama… durmanın getirdiği moral bozukluğu…moral bozukluğunun tembelliği tetikleyici gücü…
Bu arka arkaya gelen moral bozucu durumların genel bir isteksizlik ve hiçbir şey yapmama haline yol açması…
Hayatın durgun bir göl gibi sakin, rutin ve heyecansız olması…
Daha önce denenmiş ve başarısız olunmuş bir işi tekrar yapmanın getirdiği motivasyonsuzluk…
Maddi imkanların yetersiz olduğu düşüncesi…
Harekete geçmeyi gerektiren konunun değerlerle çatışması…
Mükemmeliyetçi olup her şey en mükemmel haline gelmeden önce adım atmama alışkanlığı…
Bir hedefin olmamasının getirdiği yayılma hali…
Ben nasıl olsa her işin altından kalkarım düşüncesinin getirdiği rehavet…
Önceki başarının vermiş olduğu zafer sarhoşluğu duraklama...

Bunlar benim aklıma gelenler….

İyi ama herkes ne yapması gerektiğini, nasıl yapması gerektiğini biliyor öyle değil mi? Keşke bilmek yapmaya yetseydi. O zaman sigaranın sağlığa zararlı olduğunu düşünen herkes bırakırdı…
Bu nokta da kişinin kendine bir aynada bakar gibi objektif olarak bakmasından bahsetmek istiyorum… Dürüst olun; Sizi durduran ne? İç engelleriniz mi? Sizin dışınızda olanlar mı? Peki ne olsa harekete geçersiniz?

Güçlü hayalleri olan ama zayıf iradesi olan insan sadece düşünür, planlar, sonra uyur. Bu nedenle hayalini ancak rüyasında görür.. Eyleme geçmekte zorlanır, geçse de ilk zorlukta geri çekilir. Böyle bir durumda enerjiden ve başarıdan ne kadar söz edilebilir ki?

Genelde başarısızlık nedenleri hep kendi dışımızda olanlarla açıklanır. Başarısızlığın dış sebeplerini çok iyi açıklamak bizi sadece haklı yapabilir ama başarılı değil. Bütün “bunlara rağmen nasıl başarırım”a odaklanmaya ne dersiniz?
Harekete geçmek için motivasyonun, motivasyon için istekliliğin, isteklilik için yürekten gelmesinin önemli olduğuna inananlardanım… Başarı gibi motivasyon da içten gelir. Eğer hep bir dış güce ihtiyaç duyuyorsak tıpkı başarı tanımımız gibi motive olamama, eyleme geçememe halimizde başkalarının elinde demektir. Neden hayatımızın ipleri başkalarının elinde olsun ki? O halde ne duruyorsunuz? Kaldırın başınızı ve aynaya bakın…Harekete geçin J

( C )ESARET ?

( Ç )ALIŞKANLIK? 

Karar sizin J

Sevgiyle kalın…

6 Mart 2012 Salı

KİM TUTAR SİZİ…

İsteklerimiz, hayallerimiz, yaptıklarımız, bizi durduranlar, engeller, yapamadıklarımız… Bir yerden başlama zamanı gelmedi mi?

Yılbaşı gelir ; elimize kağıt kalemi alır yeni yılda yapılacaklar listesi hazırlarız.
Bir film seyreder, içindeki sahnelerden etkilenir; dans derslerine başlamaya karar veririz. 
Tavsiye üzerine almış olduğumuz kitabı bir solukta okur; bundan sonra bu kitaptan öğrendiğimi her gün uygulayacağım deriz.
Çok beğenip de içine giremediğimiz bir kıyafet için ertesi gün diyete başlamaya karar veririz.
Dinlediğimiz bir hayat hikayesinden çok etkilenip; önümüzdeki sene biz de hayallerimizin işini yapmaya karar veririz. 
Bir düğünde gördüklerimizden etkilenir; bir daha ki sevgililer gününe yalnız girmemeye karar veririz.
Nefis bir parça dinler, bir kenara bıraktığımız gitarımızı yarından itibaren elimizden bırakmamaya söz veririz.
Bir eğitim alır, gördüklerimizi uygulamak üzere eve giderken kendimize kocaman bir yeni defter alırız.
İşler durgunlaştığı zaman rakiplerin yaptıklarından feyiz alır; her gün en az 10 kişiyi arama listemize ekleriz.
Liseden bir arkadaşımızla karşılaşır; olduğundan 10 yaş genç görünmesinin sırrını pilatese borçlu olduğunu öğrenince o hafta spora yazılmaya karar veririz.
Yolda kulak misafiri olduğumuz bir çiftin konuşmasından esinlenir, bununla ilgili bir makale yazmaya karar veririz...


Hemen hemen her gün kendi kendimize bir çok kararlar alıyoruz, sözler veriyoruz. Sonra ne mi oluyor? Ben size sayayım;

Daha bu yılın bitmesine çok var elbet bir ara yaparım…
Bu yaşta dansa başlamak komik olmaz mı…
Kitapta yazması kolay sıkıysa gel de normal hayatta uygula…
Hangi diyeti sonuna kadar uygulayabildim ki bu sefer başarılı olayım, boşuna para vermeye değmez, kıyafetin bir beden büyüğünü alırım…
Geçen sene sevgilim vardı da ne oldu; hatırlayıp doğum günümübile  kutlamadı…
Bu aldığım 3. defter, her eğitimde böyle gaza geliyorum sonra sıkılıyorum…
Aramaya başladığım insanlardan ilk ikisi de randevu vermedi, sanıyorum ben bu işi başaramıcam…
Yıllardır spora gidiyorum, hep yarıda bıraktım, hiç bir faydasını görmedim boşa para ödüyorum, zaten bu aralar hiç zamanım yok bir salona gitmeye....
Makale yazıcam yazmasına da, önce şu etrafı bir toparlıyım, çocuklar uyusun, bir de elimdeki kitap bitsin, yarın da erken kalkıcam, neyse artık yarın yazarım,

Bahaneler, bahaneler,bahaneler......

Bazı kararlarımızı hemen uygulamaya koyuyor,bazılarını bir kaç gün öteliyor, bir kısmını ise hiç yapmıyoruz.  Dilimizde hep şu var :  ...... bunu yapmayı çok istiyorum. Ama...........

Gelin biraz "ama"larımıza bakalım. Bu "ama"ları koyan, bu şartları sağlayan ne? Evet bazen bizim, kendimiz dışında bazı engeller çıkıyor önümüze; dış engeller... Biz hedefimizden, yapmak istediğimiz şeyden çok o engele takılıyoruz hem de öyle bir takılıyoruz ki yanında dolanmak, üstünden geçmek, birinden yardım isteyerek 2 kişi aşmak yerine, engeli büyüttükçe büyütüyoruz. Çok sevdiğim biz söz var; insanlar genelde ayakları taşa takılıp düşerler, bir dağa takılıp düşen gördünüz mü siz hiç?

Peki ya içimizdeki engellere ne demeli?  Şimdi zamanım yok, zaten daha önce denedim başaramadım, geçen seferde yürütememiştim, bu işe kabiliyetim yok, iradem zayıf, her türlü aksilik beni bulur zaten, işlerimi bir türlü bitirip de buna başlayamıyorum. (Aklınıza kendi bahaneleriniz geliyor mu?)

Martin Seligman'ın bir araştırmasına göre, insanlar çaresiz kaldıklarını düşündükleri zaman kötümser düşünce başlıyor. Kötümser düşünce çaresizliği körüklüyor ve ikisi bir arada durgunluk, hareketsizlik, isteksizlik, umutsuzluk, depresyon gibi durumlara neden oluyor. Oysaki istemli kaslarınız çalıştığı sürece çaresizlik durumunu lehimize çevirmek her zaman bizim elimizde, çaresiz değiliz kısacası... Ancak bir kaç başarısız geçmiş deneyim, kendi istediğimiz gibi sonuçlanmayan bazı olaylar bize hemen çaresizliği hatırlatıp elimizi kolumuzu bağlıyor.(Bknz: Kitap tavsiyeleri – M. Seligman / Öğrenilmiş iyimserlik)

Peki neler yapılabilir? Bu kadar çok şey yapmak isterken bir öncelikler listesi yapmak kendimizi daha hissettirebilir.Listeyi yapıp, size göre önemlilik sırasına dizmek ve belki bir de yanlarına aciliyet derecesi koymak… Diyelim ki öncelik sıralaması yaptınız ancak hala bir hareket yok.. İşte o zaman kendinize koçluk soruları sorun. Ve cevap verirken çok samimi olun…. Bakalım kıpırdanma başlayacak mı?

Bunu yapmak benim için neden önemli? 
Bunu gerçekten yapmak istiyor muyum?
Bunu yapmayı ne kadar istiyorum?
Gerçekten istediğim ne?
Hepsini bir sıraya koysam bu kaçıncı sırada yer alırdı?
Beni durduran ne?
Bu engeli detaylı tanımlamak istesem neler söylerdim?
Beni durduran bu şey olmasaydı ne olurdu? Ne farklı olurdu?
Beni durduran şeyin bir an için ortadan kalktığını varsayalım, hemen harekete geçiyor muyum?
Hala duruyorsam bu sefer hangi engel takıldı aklıma?
Bununda engel olmaktan çıktığını varsaysam, ne farklı olur?
Bu engeli ortadan kaldırmanın yolları olsaydı, bu ne olurdu?
Seçeneklerim neler?
Ben bu isteğimi gerçekleştirdiğimde ne olacak?
Bu kararımı uygulamak içimde neye hizmet ediyor?
Bu kararı uygulamanın bende ki anlamı nedir?
Bu benim için neden önemli?
Bu isteğimi gerçekleştirdiğimde ben kim olacağım?

İlk etapta aklınıza gelen bütün cevapları sıralayın, cevapların alt cevapları olduğunu farkedeceksiniz, belki bir alt cevapları daha... En alt cevaba yani sizi asıl durduran noktaya ulaştığınızda olayı çözdünüz demektir. Artık o dağ küçülmüş küçülmüş bir taş boyuna gelmiş demektir J   Yapacağınız şey taşı alıp kenara koymak J Kendimden bir örnekle konuyu bağlamak istiyorum :

Bu blogu ilk açtığımda ve ilk yazımı yazıp yorumları aldığımda çok mutlu idim. Epeydir hayalini kurduğum bir şeyi yapmaya başlamıştım. İlk günlerde aldığım kararlardan biri, buraya ayda 2 kez yazı yazmak idi. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Geriye dönüp  baktım ki ayda bir ortalamasının bile altındayım. Yazmak istediğim konular kafamda çok net. Hatta bir yazıyı yazarken diğerinin konusu da oluşuyor bir tarafta… Peki ama konu bu kadar netken neden birkaç paragraf yazmak bu kadar zaman alıyor? Zaman alıyor çünkü (kafamdaki konu belli olmasına rağmen) yazı herkese hitap etsin istiyorum. Peki herkese hitap eden bir yazı olduğunda ne olacak? Herkesin hoşuna gidecek bir yazı olmuş olacak. Peki ama sen tüm yazarların kitaplarını, tüm köşe yazarlarının makalelerini aynı derecede mi beğeniyorsun? Üstelik sen beğensen de beğenmesen de onlar her gün yazmaya devam ediyor. Ayrıca okuyan herkesin beğeneceğini nerden bilebilirsin ki, garantisi var mı bunun? Diyelim ki garantisi var ve yazdığın yazı hem herkese hitap edecek hem de hoşa gidecek, o zaman ne farklı olacak? Bir sonraki için daha motive olacağım. Anlatmak istediklerimi anlatmış ve sonraki konu için hazırlanmaya başlamış olacağım. Peki herkes beğenmediğinde bunun benim için anlamı ne? Bir yazı yazıyorsan mükemmel olmalı, konusu, imlası, içeriği…. İyi ama neye göre kime göre mükemmel? Sahi mükemmellik nedir? Mükemmel yazı nedir? Mükemmel yazı yazan nasıl birisidir? …..

İşte size samimi itiraf; mükemmeliyetçiliğimin beni  durdurduğunu fark edince kafamdaki konuyu değiştirdim ve hemen bilgisayar başına oturdum. Bunun artık dağ gibi bir engel olmadığını düşünerek size bu yazıyı hazırladım.Taşı aldım, kenara koydum ve başladım yazmaya. İlk defa bir yazımı kontrol etmeden ( tamam tamam sadece bir kez kontrol ettim), imla hatalarına bakmadan ve bir kişinin dahi fikrini almadan yayınlayacağım. Bakalım neler olacak?;)

Sevgiyle kalın…

17 Ocak 2012 Salı

MUTLUYUM, MUTLUSUN, MUTLU J

Geçen gün bir arkadaşımla bir konu çalışacağız, karşılıklı oturduk..
İlk olarak sordu ; bana mutlu olduğun bir an’ı anlatırmısın?
Hemen, çok yakın bir geçmişte yaşadığım bir mutluluğu anlattım. Bir kişinin bana söyledikleri ile çok mutlu olmuştum J   Bir kez daha sorsam ve bu sefer “başkalarına bağlı olmadan” mutlu olduğun bir anı anlatmanı istesem??? dedi arkadaşım…

Şaşırdım, düşündüm ve ilk sorudaki gibi çabuk cevaplayamadım.. Sonra biraz daha düşündüm ve yakaladım o anı J Anlattım. Çalışmamızı yaptık.  Yaptık yapmasına da soru benim aklıma takıldı kaldı, “bir başkasına bağlı olmadan” mutlu olduğun bir an… Ve ben ilk seferindeki gibi hızlı cevaplayamadım…  Sahi hep bir şeylere, birilerine mi bağlı mutluluk? Ya da biz mi öyle zannediyoruz. Nasıl bir anlam yüklemişiz mutluluğa.. Oturup yazmaya karar verdim.

Yıllar önce okuduğum ve etkilendiğim bir yazı geldi aklıma. Hastanede kalan ve oldukça zor bir hastalığı olan adamın hikâyesi ile ilgiliydi. Adam çok hasta olmasına rağmen her gün yüzünde güller açıyor, etrafına neşe saçıyor ve pozitif enerjisi ile tüm hasta ve hastabakıcıları etkiliyor. Bir gün bir hemşire dayanamıyor ve soruyor; bu kadar ciddi bir rahatsızlığınız varken siz nasıl bu kadar enerjik, neşeli, mutlu olmayı başarıyorsunuz? Adam “basit” diye cevaplıyor. Her gün uyandığımda kendime soruyorum, bu gün mutlu olmayı mı seçiyorsun yoksa üzgün, kederli, mutsuz olmayı mı? Ben genelde mutlu olmayı seçiyorum J

Aslında işte bu kadar basit mutluluk. Mutluluk bir seçim. Siz onu bir kere seçtikten sonra başkalarının yönetimine bırakmıyorsunuz, ne mutlu size J  

Biraz daha düşününce kendi yaptıklarımı hatırladım. Paylaşmak istedim sizinle… 
Bu hikayeyi okuduktan sonra bir fikir gelmişti aklıma..    Kendime küçücük avuç içi kadar bir defter aldım 11.11.2010’da... Adını MUTLULUK DEFTERİ koymuştum. Kural şuydu; her gün uyandığımda ya da uyumadan önce o gün beni mutlu eden en az 3 şeyi yazacaktım deftere…

1 yıldan fazladır kendime söz verdiğim gibi her gün yazıyorum. Ve her gün 3’ten çok daha fazla şeye mutlu olduğumun farkına varıyorum. Ve yine mutlu oluyorum..  Zaman zaman geriye dönüp okuyorum defterimi, yine mutlu oluyorum…  Mutluluğu bir şeylere, birilerine, olaylara endekslemek ufuk çizgisini yakalamaya çalışmak gibi… Siz yaklaştıkça o sizden uzaklaşıyor.  Halbuki taa içinize yerleştirdiğinizde o duyguyu, hep sizinle kalıyor, hiçbir yere gitmiyor ve içerden dışarıya yayılıyor J

Şimdi deftere yazma şartlarına bir kural daha koydum ; başkalarına bağlı olmadan mutluluk duyduğun en az 3 şey yaz !!!

Böyle bir egzersize ne dersiniz?  Denemek için sadece küçük bir deftercik almanız ve başucunuza koymanız yeterli…

Mutlulukla kalın J